Belirsiz alacak davası 1086 sayılı HUMK’ta düzenlenmemişti ancak kanun koyucu, Alman ve İsviçre kanunlarını örnek alarak 6100 sayılı HMK’da belirsiz alacak davasını düzenledi. İlgili 107. Maddeye göre; (1) Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenmeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hallerde, alacaklı hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir. (2) Karşı tarafın verdiği bilgiyi veya kesin tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini arttırabilir. (3) Ayrıca, kısmi eda davasının açılabildiği hallerde tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir.

Davacı, talepte bulunacağı hukuki ilişkiyi, muhatabını ve bu ilişkiden dolayı talep edeceği miktarı asgari olarak bilmesine ve tespit etmesine rağmen alacağının miktar veya değerini tam olarak tespit edemeyebilir. Özellikle, zararın baştan belirlenemediği ancak bir incelemeden sonra tam olarak tespitinin mümkün olduğu tazminat taleplerinde böyle bir durumla karşılaşılabilmektedir. Böyle bir durumda davacı aslında tam olarak bilmediği bir alacak için dava açmakta, daha sonra kendi talebinden daha fazla bir miktar alacağının olduğunu ortaya çıktığında bunu da ancak davanın genişletilmesi yasağı çerçevesinde ileri sürebiliyordu. Bu durumda davacı gerçekten bilinmeyen bir alacak için dava açmaya zorlanmakta ve aslında kendi ihmali ya da kusuru olmadığı halde bir yasakla karşılaşması şeklinde bir engel söz konusuydu.  (Karslı, 2011, 344)

Ancak yeni kanunla bu engel ortadan kaldırıldı. Normal bir alacak (eda) davasında davacı, alacağın miktarını belirler ve dava dilekçesinin talep sonucu kısmına da davalıdan talep ettiği miktarı yazardı. Ancak belirsiz alacak davasında davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını veya değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu durumlarda alacaklıya hukuki ilişkiyi göstererek ve asgari bir miktar ya da değer belirleyerek dava açma hakkı tanınır. (Kuru, Arslan ve Yılmaz, 2011, 276)

Bir başka şekilde ifade etmek gerekirse normal şartlar altında neticeyi talep belirli olmalıdır ve hâkim kararın hüküm fıkrasında bu neticeyi talebe cevap vermelidir. Özellikle para alacaklarında, davacı alacağını tam olarak göstermelidir. Davacının açtığı davanın çeşidi de talep sonucuna göre belirlenir. (Pekcanıtez, 2010, s.512)Dolayısıyla “davalıdan yaklaşık 3 bin lira alacak” gibi bir ifade olması mümkün değildir. Ancak belirsiz alacak davasında bu durum daha farklı olabilmektedir.

 Eski kanunda alacağın tam olarak ne kadar olduğunu anlayamayan davacı kısmi eda davası açabiliyordu. Zamanaşımı alacağın sadece belirtilen miktarı için kesiliyordu. Örneğin davacı 3 bin liralık bir borcu 2.500 lira olarak tahmin ediyor ve bu değer üzerinden dava açıyordu. Bu durumda zamanaşımı sadece davacının belirlediği değer için kesiliyordu. Davanın bir yerinde alacağın gerçek değeri tespit edilince davacı ya ıslah ederek neticeyi talebi olan değeri arttırıyor ya da ikinci bir dava açıyordu. Kalan kısım için zamanaşımı ise ancak ıslah veya açılan ikinci davada kesilmiş oluyordu. Dolayısıyla yeni HMK ile bu sorunlar aşılmış oldu. Artık belirsiz alacak davasında zamanaşımı dava açıldığı anda bütün alacak için kesilmektedir. (Pekcanıtez, Atalay ve Özekes, 2017, s. 211)Özetlemek gerekirse eski kanun zamanında açılan kısmi davadan farkı zamanaşımın kesilmesidir. Eski kanunda ıslah veya ikinci dava ile kesilen zaman aşımı yeni kanunla belirsiz alacak davasının açıldığı anda kesilmektedir.

Belirsiz alacak davasında davayı değiştirme ve geliştirme yasağının kanundan doğan bir istisnası söz konusudur. Davacı asgari bir tutar ve hukuki ilişkiyi belirterek dava açar ve karşı tarafın sunduğu belgelerle ya da tahkikat sonucu gerçek değere ulaşıldığı an davayı değiştirme ve geliştirme yasağına takılmadan neticeyi talebini genişletebilir. Ancak burada davacı neticeyi talebini alacağın belirli olduğu anda arttırabilir. Uygulamada sorun buradan çıkmaktadır. Davacı o an artırım yapılmadıysa daha sonra bu haktan faydalanamaz. Uygulamada bazı hâkimler burada davacıya re’sen süre vermeye başlamıştır. Böyle bir durumun söz konusu olması mümkün değildir. Davacı neticeyi talebini genişletmek için süre talep edebilir ama hâkim re’sen bir süre veremez. Bir başka ifade ile neticeyi talebi oluşturan değeri arttırma yükümlülüğü davacıya aittir, hakim re’sen süre vererek davacıdan neticeyi talebini arttırmasını isteyemez.

Özetleyecek olursak belirsiz alacak davası açılabilmesi için talep sonucunun miktarının belirlenmesinin imkânsız ya da davacıdan beklenemeyecek olması, dava dilekçesinde geçici talep sonucunun belirlenmesi ve belirsiz alacak davası açan davacının talep sonucunu dayandırdığı bütün vakıalar eksizsiz olarak bildirmesi gerekir.(Pekcanıtez, Atalay ve Özekes, 2017, s. 212-214)

Belirsiz alacak davası davacının gereksiz masraf yapmasına, ikinci bir dava açmasına ve çelişik hüküm verilmesine engel olmaktadır. Bu aslında usul ekonomisine de uygundur. Böylelikle ikinci bir dava açılmasına, ya da aynı davada ıslah yoluna başvurulmasına, dolayısıyla zaman ve masraf yönünden tasarrufa neden olmaktadır. (Pekcanıtez, Atalay ve Özekes, 2017, s. 212)

Alman hukukunda bu dava manevi tazminat davaları için icat edilmiştir çünkü manevi tazminat davalarındazarar tam olarak belli olmaz. (Pekcanıtez, 2010, s.520) Alman hukukunda işçi davaları için ise kademeli dava vardır. Türk hukuku uygulamasında ise madde gerekçesine göre madde manevi tazminat için konsa da Yargıtay uygulamasında daha farklı yorumlandı. Yargıtay’a göre manevi tazminat davaları bölünebilir davalar değildirler. Dava bölünemez olduğunda ise belirsiz alacak davası açmak imkânsız hale gelir. Bu yüzden uygulama alanını Yargıtay’a göre iş hukukunda bulur. Yargıtay bu konuda iddiasını Alman hukuku uygulamasında da belirsiz alacak davasının iş hukukunda olduğunu söyleyerek savunur.

Doktrinde ise bazı yazarlar işçi alacakları bakımından belirsiz alacak davasının uygulanmasını kabul ederken bazı yazarlar belirsiz alacak davasının işçi alacaklarında uygulanmayacağını savunmaktadır. Bu konuda Hakan Pekcanıtez Hoca ise bir ayrım yapmaktadır. Hocaya göre somut olaya göre yorum yapılmalıdır. Somut olayda bir kurumsal işveren var ise bütün işlemleri kayıt altında olacağı için belirsiz alacak davasının açılmasına izin verilmemelidir. Ancak somut olayda kurumsal olmayan bir işveren varsa işçiyi zora sokmamak ve ikinci paragrafta bahsedilen engele takılmasına neden olmamak için belirsiz alacak davasının açılmasına izin verilmelidir. Bu izin Yargıtay’ın iddia ettiği gibi Alman hukuku uygulamasında da böyle olduğu için değil Türk hukukunda işçi alacakları davasında kademeli dava olmadığı için verilmelidir.

Ayrıca kanun koyucu maddenin 3. Fıkrasında alacağın belirsiz olduğu durumda alacaklıya bir başka yol da sunmuştur. Alacaklı belirsiz alacak davası açmak yerine kısmi eda davası ve tespit davasını birlikte de açabilir.

Bu anlatılanlar doğrultusunda Yargıtay 9. Hukuk Daire 2016/23472 esas numaralı ve 2016/17442 karar numaralı kararı incelenecektir. Söz konusu karar dairenin verdiği 2014/33642 esas numaralı ve 2016/5251 karar numaralı onama kararına itiraz üzerine verilmiştir. Davacı vekili önceki onama kararının maddi hataya dayalı olarak verildiğini ileri sürerek kararın ortadan kaldırılmasını ve hükmün bozulmasını talep etmiştir. Dava dosyası için Tetkik Hakim tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelenmiş ve Yargıtay 9. Hukuk Dairesi tarafından davacının belirsiz alacak davası açtığı yönündeki temyizinin gözden kaçırılarak karar verildiği anlaşılmakla önceki karar düzeltilerek onama kararının ortadan kaldırılmasına karar vermiştir.

Davacı bir güvenlik şirketine bağlı olarak bir üniversitede güvenlik görevlisi olarak çalışmaktadır. İddiasına göre haftalık yasal çalışma saatlerinin çok üzerinde ve genellikle gece çalışmasına rağmen fazla mesai ücretlerinin ödenmediğini, davacının bayram ve genel tatil günlerinde de çalışmasına devam etmesine rağmen buna ait ücretlerin ödenmediğini, davacının çalıştığı süre boyunca yıllık izinlerini eksik kullandığını ileri sürerek, fazla mesai alacağını, bayram ve genel tatil alacağı, gece çalışması alacağı ve yıllık izin alacaklarını istemiştir.

Davalı güvenlik şirketi vekili ise davacının çalıştığı döneme ait tüm alacaklarını ödediğini, davacının son dönemde disiplinsiz davranışlarda bulunmasına ve görevi sırasında uyumasına rağmen müvekkilinin iyi niyetle sözleşmesini fesih etmediğini, davacının halen iş sözleşmesinin devam etmesi nedeniyle hukuken yıllık izin alacağı talebinde bulunamayacağını savunarak davanın reddini istemiştir.

Davalı üniversite ise vekili ise davacının diğer davalının alışanı olduğunu ve davalının tüm alacaklarının diğer davalı tarafından ödendiğini, davacının müvekkili ile diğer davalı şirket arasındaki ihale ve buna bağlı hizmet alımı sözleşmeleri kapsamında görev yaptığını, taraflar arasında alt/üst işveren ilişkisinin olmadığını, müvekkilinin ihale makamı olduğunu ve davacının işvereni olmadığını bu nedenlerle husumet itirazında bulunduklarını, zamanaşımı definde bulunduklarını savunarak davanın reddini istemiştir.

Birinci derece mahkemesi ise somut olayda davacının davalı şirketin işçisi olarak diğer davalı üniversitede yardımcı işlerden sayılan güvenlik hizmetinde çalıştığı, bu sebeple davalılar arasında asıl işveren alt işveren ilişkisinin bulunduğunun, davalı üniversitenin asıl işveren, davalı şirketin ise alt işveren olduğu, davacının işçilik alacaklarından her iki davalının da müştereken ve müteselsilen sorumlu olacaklarının değerlendirildiği, bilirkişi raporu ve ek raporu doğrultusunda davacının toplam 4.567,61 TL fazla mesai ücreti ve 918,27 TL bayram ve genel tatil ücret alacağı bulunduğu, davalı işverenlik tarafından sözü edilen alacakların ödenmediği kabul edilerek fazla mesai ücret alacağından takdiren %30 hakkaniyet indirimi yapıldığı, yıllık izin alacağı feshe bağlı haklardan olduğundan ve iş akdinin halen devam etmesi nedeniyle davacının yıllık izin alacağı isteminin ise reddine karar verilerek hüküm kurulmuştur.

Alacak belirlendikten sonra davacı belirsiz alacak davası açtığını ve neticeyi talebi genişletebileceğini iddia etmiş davalı taraflar ise işçilik alacaklarının belirsiz alacak davasına konu olmayacağını savunmuşlardır. Bir başka kelimeyle ifade etmek gerekirse taraflar arasındaki uyuşmazlık davaya konu işçilik alacaklarının belirsiz alacak davasına konu olup olmayacağı noktasınadır.

  1. Hukuk Dairesi değerlendirmesinde dava konusu alacağın karşı tarafın vereceği bilgi ve belgelerle belirlenecekse, alacak belirsiz alacak kabul edilmektedir demektedir. Belirsiz alacak davasını öngören hükümde biri sübjektif, diğeri objektif iki unsur karşımıza çıkmaktadır. Alacağın veya dava değerinin belirlenmesini objektif olarak imkânsız olması halinde belirsiz alacak davası açılacaktır. Sübjektif unsur ise alacaklının talep konusu miktarı belirlenmesinin alacaklıdan beklenememesidir. Talep sonucunun rakam olarak ifadesinin imkansızlığı, davacının tam olarak miktarını bilmediği ve bu bilgisizliğin davalının sahasında bulunan vakıalardan kaynaklandığı durumlarda söz konusudur.

Olayda Yargıtay davacının çalıştığı saatler karşılığında bir belge almadığını, bunların ancak davalıların elindeki belgelerle ispat edilebileceğini bu yüzden de dava konusu mesai alacaklarının belirsiz alacak davasına konu olabileceğini sonucuna varmıştır. Ayrıca hakimin takdiri veya yasal nedenlerle indirim yapılarak alacak miktarı veya değerinin belirlenmesi halinde alacak belirsizdir. Bayram ve genel tatillerdeki mesailerin ücretleri de ancak bu şekilde belirlenebileceğinden bu alacaklar da dava açıldığında belirsizdir ve belirsiz alacak davasına konu olabilirler.

Sonuç olarak Yargıtay söz konusu alacağın belirsiz alacak davasına konu olabileceğini ve davalıların talep artırımına karşı ileri sürdükleri zamanaşımın dava belirsiz alacak davası olduğundan dolayı zamanaşımının dava açıldığı tarihte kesildiğini belirterek reddettiğini karara vararak verilen kararın bozulmasına oybirliği ile karar vermiştir.

Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin kararını incelemek gerekirse Hakan Pekcanıtez’in yaptığı kurumsal ve kurumsal olmayan işveren ayrımını başka kelimelerle yaptığını ve aynı sonuca vardığını tespit etmek mümkündür. Yargıtay’ın bu kararının somut olay incelendiğinde doğru olduğunu kabul etmek gerekir çünkü işçinin çalışma saatleri karşılığında bir belge almadığı ve hafta sonu ve genel tatiller için ücret hesaplamasının hâkimin takdirinde olduğu sonucuna varılmıştır. İki durumda da alacağın belirsizliği söz konusudur. Bu belirsizlikten dolayı davacıyı mağdur etmemek için söz konusu alacakların belirsiz alacak davasına konu olabileceği yönündeki tespite katılmak gerekir.